'Yoğurtçu Arif dayı da bir sabah
Çekmeli köyünden kasabaya getirdiği yoğurtları dağıtmak için eşeği ile yol alırken
Kınalılar çeşmesinde önüne çıkıvermiş. Arif dayıya bakmış uzun bir süre, sonra
yere çömelmiş, elindeki değnekle bir yuvarlak çizmiş. "Bak, dünyaya. Bir yanda hancı,
bir yanda yolcu. Hangimiz hancı, hangimiz yolcu?" demiş.'
Rüzgârlı bir sabahtı. Kış elini
çekiyordu sokaklardan, caddelerden. Yağmurdan, kardan ve de soğuktan geriye
sadece kuru ayazlar kalmıştı. Tahta sertliğinde bir soğuk tokatlıyordu tenha
sokakta yürüyenleri.
Ekmek almak için çıkmıştım evden.
Beşikli Cami'den Arasta'ya kıvrılan yollarda sadece gözlerim açık kalacak
şekilde sımsıkı örtmüştüm başımı. Eldivenlerime rağmen ceplerimden hiç
çıkarmıyordum ellerimi. Terzi Hasan'ın camekânından bir süre kendimi seyrettim.
Yaz çabucak gelseydi keşke diye
geçirdim içimden. Bu sokaklarda ustamın getir götür işlerini yaparken ne de çok
eğlenirdik. Özellikle Terzi Hasan'ın çırağı Mustafa ile. Mustafa'ya "Şurruppp" diye seslendin mi
kıpkırmızı olur, sonra bir süre "Şu, şu, şuuu, şuuurrrr" diye kekeler en sonunda
ağza gelmedik küfürleri sıralardı. O, küfürleri sıralamaya başlamadan
sıvışırdık yanından.
Bir de Kahveci Memiş'in çırağı Sarı
Kafa Halil'i dilimizden düşürmezdik. Ustasının kahvede olmadığı zamanlarda
Halil'e bizim uydurduğumuz sevgililerden aşk mektupları götürürdük. Zarfın
içine koyduğumuz kâğıtları çıkarır. "Halil'im!." diye başlayan içinde maniler, türküler,
derste öğrendiğimiz güzel sözleri eklediğimiz mektupları okurduk. Halil, okuma
yazma bilmediğinden hemen inanır, cevap yazdırmaya kalkardı. Biz de
karşılığında çay, kahve, gazoz ne bulursak içerdik. Halil uydurma sevgiliden
gelecek mektuplardan haber sorar, karşılığında gönlünden ne geçerse ısmarlardı.
Çıraklar dünyasında her şey bu kadar
neşeli geçmese de yaz geldi mi bu sokaklar hayat bulurdu. Kışın birbirimize
anlatacak ne kadar çok maceraya tanıklık ederdik.
Terzi Hasan'ın camekânının önünde
bunları hayal ederken arkamda simsiyah başörtüsüyle bana bakmakta olan Sırlı
Hatice'yi görmemle kalbim küt küt çarpmaya başladı. Hep böyle aniden çıkardı
karşınıza.
Hiç kimseye zarar vermişliği yoktu
Sırlı Hatice'nin. Ama aniden çıkıverince karşınıza, korku duygusundan bir
gömlek yukarıda bir duyguyu yaşardınız. Sanki Azrail göründü gibi gelirdi. Onu
ne zaman görsem bir ölüm haberi alacağım diye korkardım.
Söyleyenler var, ben tanıklık etmedim.
Berber Hayri amca anlatırken duydum bir de Yoğurtçu Arif dayıdan.
Bir sabah Çıkıkçılar Hanı'nda önüne
çıkıvermiş. "Sen hakirsin, sen hakirsin. Unutma sana uzak olan yakınındadır."
demiş. Hayri amca dükkâna zor atmış kendini. İkindi vakti dünürünün acı
haberini almış. Anlatırken gözlüklerinin üstünden bize bakar. "Sırlı'ya dikkat edin. O, habercidir." derdi.
Yoğurtçu Arif dayı da bir sabah Çekmeli
köyünden kasabaya getirdiği yoğurtları dağıtmak için eşeği ile yol alırken
Kınalılar çeşmesinde önüne çıkıvermiş. Arif dayıya bakmış uzun bir süre, sonra
yere çömelmiş, elindeki değnekle bir yuvarlak çizmiş. "Bak, dünyaya. Bir yanda hancı, bir yanda yolcu. Hangimiz hancı,
hangimiz yolcu?" demiş. Arif dayı söylenenler karşısında afallamış, bir şey
diyememiş. "Köye vardığımda salası
okunuyordu rahmetli teyzemin.", derdi. "Sırlı
bu. Aman dikkat edin." derdi.
İşte o Sırlı, arkamda belirivermişti.
Yaz kış hep giydiği simsiyah kıyafetleriyle karşımdaydı. Yanıma geldi, başımı
okşadı. O an gözlerini gördüm. Masmaviydi gözleri. Ağlıyordu. Bana bakarken
bile çok uzaklara bakıyordu aslında.
Sonra birden sımsıkı sarıldı bana. "Evlat
emanettir. Emanetin sahibi istedi mi ne gelir elden?" dedi. Sonra
kayboluverdi birden. Üşüdüğümü hissettim, bir an titredim. Bana sarıldığı an
mersin kokusu duymuştum, bir de anne kokusu.
Eve gittiğimde kimseye anlatmadım
yaşadıklarımı. Eğer birisine bu durumdan bahsedecek olursam bir sevdiğimi
kaybederim korkusu vardı içimde. Sırlı bu, ben de sırrını tutarsam bizden uzak
dururdu belki de.
Aradan ne zaman geçti bilmiyorum
okullar tatil olunca ustamın yanında sipariş verilen camları verilen ölçülere
göre kesime hazırlarken Mustafa geldi. "Hüsnü Usta duydunuz mu? Sırlı Hatice evinde
ölü bulunmuş. Uzun zamandır ses soluk çıkmayınca komşuları eve girmişler. Sırlı
yatağında öylesine uyuyormuş. Ustam Sırlı'nın cenazesine ikindi vakti beraber
gidelim." diyor.
Mustafa gittikten sonra ustam derin
düşüncelere daldı. "Hey gidi Sırlı Hatice
hey. Sen de dünya yolculuğunu tamamladın demek. Rabbim rahmetiyle muamele
eylesin." dedi. Ustamın yanına yaklaştım. Sırlı Hatice ile karşılaştığımız
o anı anlattım. Ustama "Sırlının sırrını
tutmakla iyi etmiş miyim?" diye sordum.
Ustam: "Evlat her insanın bir sırrı vardır. Sırlı dediğimiz Hatice'nin senden
benden farkı yoktu. O da bu dünyada bizler gibi bir yolcuydu. Bu dünya çilesi
diğer yolculardan fazlaydı. Anlattıkların aslında sevdiklerine veda ettiğini ,
dünya çilesinin sona erdiğini gösteriyor." dedi.
Ustam da Sırlı gibi az ve öz konuşmuştu. Daha fazlasını öğrenmek istiyordum. Soramadım. Kimseye de sormadım. Ustamın dediği gibi, "Bu dünyada her insanın bir sırrı vardı.", olmalıydı da.